Budapeşte’de yaşayan Kinga Földi, ipekle çalışan bir tekstil sanatçısı. Tuvali ipek olan Földi, çeşitli projeler için giyilebilir heykeller yaratarak yaratıcı yolculuğuna başlıyor. Pintuck tekniğinde ustalaşan sanatçı, yarattığı ipek heykellerde flora ve faunadan ilham alıyor. Földi’nin ipek heykelleri 1 Eylül’e kadar Root Karaköy’de görülebilir. Sanatçı Kinga Földi ve İpekten Harikalar sergisinin küratörü Pınar Goodstone sorularımızı yanıtladı.
– Kostüm tasarımından tekstil heykeline uzanan yolculuğunuzu bizimle paylaşır mısınız?
Kinga Földi: Aslında kostüm yapmayı hiç istemedim. Ancak üniversite yıllarımda bu teknikle yani pintuck ile tanıştım. Düz kumaşlardan neredeyse akışkan yüzeyler yapmak çok ilginçti. Sonra Rokoko tarzı bir yarışma, pintuck yapılmış kumaştan bir kostüm yapmanın nasıl olacağını merak etmemi sağladı. İlk kostümümü tam 20 yıl önce yarattım ve sonra onunla oynamaya devam ettim çünkü her zaman yanlış yerde ya da yanlış zamanda yaşadığım hissine kapılıyordum. Yani eski dönemler, uzak ülkeler, doğu kültürleri her zaman ilgimi çekmişti ve kostüm yaratmak başka bir yerde ya da farklı bir zamanda yaşamak gibi bir şeydi. Böylece kostüm yapmaya başladım.
– Peki giyilebilir kostüm heykellerinden serbest duran formlar yaratmaya geçişiniz nasıl oldu?
Kinga: Kostümleri tiyatrolar ve düğün gibi özel günler için yaratmayı seviyorum. Ama sonra işin içinde fazla moda ve daha az sanat olduğu hissine kapıldım. Ardından teknikle oynamaya başladım. Pintuck yapılmış ipeğin formunu korumak için özel bir teknik geliştirdim. Çünkü kostümlerle basit bir elbiseye sahip oluyorsunuz ve pintuck yapılmış kumaşı dikebiliyorsunuz. Ama ben serbest duran formlar, heykeller yaratmak istedim. Mısır nişastası ve tekstil tutkalını içeren bir teknik geliştirdim. Bu çok daha özgür bir yaratımdı. Elbise gibi bir işlevi yok. Giymek zorunda değilsin. Böylece formlarla daha özgürce oynayabilmeye başladım.
– Neden ana malzeme olarak ipeği tercih ediyorsunuz? İpeğin hangi özellikleri heykellerinize neler katıyor? İpek neler yapmanıza izin veriyor?
Kinga: İpeğe ilk dokunuşum peri masalı gibiydi. Çok büyüleyici bir kumaş, özellikle de Şantung ipeği ya da Dupioni. Başka malzemeleri de dahil etmeye çalışıyorum ama sonra hep ipeğe geri dönüyorum çünkü özel bir parlaklığı ve yumuşaklığı var. Ama ben daha çok kağıda benzeyen bir kumaş olan Şantung ipeğini kullanıyorum.Bu kumaşın yüzeyinde bazı tabakalar da görebilirsiniz. Çünkü işlem sırasında ipek ipliği yaparken atık kumaş da kullanıyorlar. İpek böceği kozaya zarar verdiğinde ipek ipliği bozulmaz ve küçük filamentler kalır. Bu küçük filamentleri uzun iplikler haline getirdiklerinde, küçük dilimleri görebilirsiniz. Neredeyse organik, çok canlı bir kumaş, bu yüzden ipek kullanmayı seviyorum.
Kinga Földi’nin ipekten heykelleri
– Pintuck tekniğine aşina olmayanlar için ne olduğunu ve çalışmalarınızda pintuck tekniğini nasıl uyguladığınızı anlatabilir misiniz?
Kinga: Pintuck dekoratif bir dikiş tekniğidir. Yüzyıllardır bluzların veya elbiselerin üstünde kullanılmıştır. Kumaşı katlayıp, katı satır satır dikiyorsunuz. Ütülediğinizde de dekoratif bir yüzey elde edersiniz.
Ben çizgileri birbirine çok yakın dikiyorum, öyle ki ipliği görmüyorsunuz. Ancak sonuç oldukça kalın ve akışkan bir malzeme. 20 yıl önce pintuck tekniğini kullanmaya başladım ve hâlâ yeni şeyler keşfedebiliyorum. Pintuck’ı daha dar yapıp mısır nişastası uyguladığımda daha katı bir form oluyor ve kıvrımlar neredeyse grafiksel hale geliyor. Daha geniş pintuck yaparsam canlı bir malzeme gibi oluyor, mantar gibi.
– Bir kişinin pintuck tekniğini geliştirme ve onda ustalaşma yolculuğu nasıldır?
Kinga: Farklı türde ipekler kullanarak neler yapabileceğimi keşfediyorum. Bu ritmik bir yüzey, doğadaki desenlere çok benziyor. Bu yüzden doğadaki formlara veya desenlere benzeyen heykeller yaratıyorum. Ve bunun neredeyse bir mantarın yüzeyine benzediğini hissedebiliyorsunuz.
Pınar Goodstone: Kinga’nın stüdyona girdiğimde gerçekten büyülenmiştim. Onun bir doğa kızı olduğunu hep biliyordum. Ama sonra Budapeşte’de buluştuk ve beni akşam yemeğine davet etti. Bana kilerini gösterdi, başka bir zamandan kalma küçük bir laboratuvar gibi. Türlü porsiyonlar, şuruplar ve lezzetler.. Sanki doğanın onun evindeki bir devamı gibi olduğunu görebiliyorsunuz. Daha sonra bana pek çok şeyi kendi bahçesinden yaptığını anlattı. Bağlantının bu kadar canlı olması gerçekten şaşırtıcı. Sanki toprakta yaşıyormuş gibi.
Kinga: Ne zaman bahçeye ya da dışarıda yürüyüşe çıksam bitkilerin beni sakinleştirdiğini hissederim. Bu konuda tek değilim. Doğanın insanlar üzerinde olağanüstü bir etkisi var. Çoğumuz kalabalık şehirlerde yaşıyoruz ve ruh sağlığımız için her gün doğayı ziyaret etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Mushroom, 2020
– Bahçeniz olduğuna göre Budapeşte şehir merkezinde yaşamıyorsunuz sanırım?
Kinga: Hayır, banliyöde yaşıyorum. Şehirde de yaşadım ama şehir bana göre değildi. Kırsalda büyüdüm. Budapeşte’ye üniversiteye geldiğimde şehirde yaşadım. Banliyöye neden taşındığımı düşündüğümde, beni çekenin yalnızca doğa, bitkiler, çiçekler ve hayvanlar olmadığını, aynı zamanda çocukluk anılarımın olduğunu keşfettim. Çocukken geniş bir bahçeyle çevrili bir evde yaşıyorduk. 80’li yıllarda Macaristan’da pek alışılmış olmayan, gingko ağaçları ve zeytin ağaçları gibi çok ilginç bitkilerle doluydu. O bahçede çok oynardım. Mutlu çocukluğumu düşündüğümde bu bahçe kayıp cennete benziyor. Belki de bu yüzden bu formları ve desenleri heykellerimde yeniden yaratıyorum.
– Eserlerinizle izleyicide uyandırmak istediğiniz his, duygu ve/veya düşünceler neler?
Kinga: Heykel yapmanın ve tüm bu tekstil sanatı olayının benim için doğal bir dil gibi olduğunu fark ettim. Tekstille konuşmam gerekiyor. Heykel üzerinde çalışırken düşüncelerimi ve hislerimi heykellere yansıttığımı düşünüyorum. Tabii sonunda izleyicinin gördüğü şey oldukça farklı. Duygularımı seyirciye zorlamak istemiyorum. Yapmak istediğim şey onları düşündürmek ya da sadece durup bir nesneye uzun süre bakmalarını sağlamak. Çünkü bir görüntüye veya bir nesneye birkaç saniyeden fazla bakmamıza izin vermiyoruz.
– Sizinle yapılan söyleşilerden birinde heykellerinizin, hızlanan modern dünyada ruh dinlendirici nesneler olacağını umduğunuzu söylüyorsunuz. Ruh dinlendiren nesneler yaratmanın neden önemli olduğunu düşünüyorsunuz?
Kinga: Çünkü etrafımız o kadar çok görüntü ve nesneyle çevrili ki onlara dikkat etmiyoruz bile. Aşırı uyarılmış zihnimizi ve ruhumuzu dinlendirmeliyiz ve bu heykellerin insanları dinlendirebildiğini düşünüyorum.
Kinga Földi
– Pınar, sizin Kinga’nın eserlerini ilk gördüğünüzdeki duygularınız, hisleriniz, düşünceleriniz nelerdi?
Pınar: Kinga ile ilk Toskana’da bir misafir sanatçı programında tanıştık. Kinga benden önce gelmişti ve heykelleri üzerinde çalışmaya başlamıştı. Geldiğim ilk gece Kinga’nın yanına oturdum, konuşmaya başladık ve bir nevi birbirimize kalplerimizi açtık. İpekle çalıştığını paylaştığında, bunu çok ilginç buldum. Anneannemin yaptığı iki ipek tablo aile yadigârlarının bende olduğunu söyledim.
Anneannem trajik bir kazada annesini ve babasını kaybediyor ve daha sonra kardeşi savaşta ölüyor. Yetim kaldıktan sonra üç yıl boyunca hiç konuşmuyor. Bu üç yıl boyunca tüm zamanını doğada geçiriyor ve ipeğe takıntılı hale geliyor. İpek böceği yetiştiriyor, kendi ipeğini yapıyor ve daha sonra da bahsettiğim ipek tabloları yapıyor. İpekle uğraşmak onun için bir iyileşme yöntemi oluyor. Ve ben anneannemle hiç tanışmadım. Bu da ilginç çünkü bir insanla hiç tanışmadığınızda ama onun yarattığı şeyle tanıştığınızda, onların sanatı ve yaratımları aracılığıyla onlarla ilginç ve samimi bir ilişkiniz oluyor.
Kinga’yla karşılaşana kadar ipekle çalışan ve ipekten heykeller yapan biriyle hiç tanışmamıştım. Toskana Tepelerini nasıl kavrayabildiğinden çok etkilendim. Sadece şekil açısından tepeler değil, aynı zamanda tepelerin size verdiği his. Ayrıca tekstilin disiplinler arası olabileceğine tanıklık etmek de gerçekten ilginçti. Onları öyle bir şekilde dikiyor ki, bana kumaşı gösterdiğinde, bu nasıl bu hale geldi diye düşündüm. Adeta ipek böceğinin kozaya dönüşme yolculuğu gibi, yani ipeğin elde edilmesinden oraya kadar olan yolculuğun heykelde yeniden yaratılması gibi.
İpek Yolu’nu duyarak büyüyoruz ve bunun temelde disiplinler arası sanatın başlangıcı olduğunu düşünüyorum çünkü sanat, İpek Yolu üzerinde ülkeden ülkeye seyahat ediyordu. İpek Yolu’nun gittiği her yeri nasıl etkilediğini, sanatın ve sanat çevrelerinin temel olarak ilham aldıklarını nasıl ifade ettiklerini kesinlikle görebiliyordunuz. Kinga’nın işlerini Toskana’da gördüğümde sanki İpek Yolu karşımda gibiydi.
Kinga’nın diğer çalışmalarını da görmek istedim. Sanki tüm bunların nereden geldiğini görmem gerekiyormuş, bu işlerin yapıldığı odada bulunmam gerekiyormuş gibi hissettim. Kışın Avrupa’ya gittiğimde Kinga’yı Budapeşte’de ziyaret ettim. Bu da aslında Kinga’nın evine giden kendi ipek yolumun başlangıcı oldu.
Pınar Goodstone ve Kinga Földi
– Yeni bir esere başladığınızda ipek heykellerinizi nasıl kavramsallaştırıyor, planlıyor ve nihayetinde hayata geçiriyorsunuz?
Kinga: Bu süreç yıllar içinde değişti. Başlangıçta kafamda birçok form ve birçok çizim vardı. Daha sonra çizime göre yaratmaya başladım ama sonra kumaş bana beklemediğim farklı bir şekil gösterdi. Yani bu gerçekten benimle kumaş arasında geçen bir konuşma. Heykeli birlikte yapıyoruz yapıyoruz diyebilirim.
Geçen sene başladığım bir konsept var, korunak hissi veren koza gibi her türlü doğal şekil. Bu yıl asıl temam korunak. Ayrıca daha büyük heykeller yapmayı da planlıyorum ve sürekli olarak teknik geliştiriyorum.
– İpekle ve pintuck tekniğiyle çalışmanın zorlukları neler?
Kinga: Asıl zorluk yumuşak kumaştan bir heykel yaratmak. Bir iç iskelet yapmam gerekiyor. Form oluşturmak için pamuk, pirinç, tel gibi pek çok şey kullanıyorum. Bakanın nasıl yapıldığını merak etmesini sağlamak için her zaman kumaşın yumuşaklığını korumaya çalışıyorum bu da en çetrefilli kısmı.
– Root Karaköy’deki İpekten Harikalar sergisinin yolculuğunu da dinlemek isterim. Sergi fikri nasıl ortaya çıktı ve gelişti?
Pınar: Adeta bir içgüdüyü, bir arzuyu takip etmek gibiydi. Budapeşte’ye Kinga’yı görmeye gittiğimde Kinga’nın atölyesini ve kilerini ziyaret ettim. Söylemem gerekir ki aynı zamanda harika bir aşçı. Kinga’nın korunak teması ve doğayla bağlantı kurmak üzerine konuştuk. İstanbul’dan, İpek Yolu’ndan, Mısır Çarşısı’ndan çok etkilenmişti. Birlikte bir şeyler yapma fikrini ortaya attım.
İstanbul’da her şeyin çok kaotik ve çılgın olduğu, çok hızlanmış bir dünyadasınız. Root Hotel’de sanat ve kültüre dayalı, toplumla bağ kuran bir topluluk yaratmaya çalışıyoruz. Root’u dünyanın her yerinden gelen insanların korunağı olarak da görüyorum. İçine girdiğinizde kendinizi çok arınmış, süper temiz bir ortamın içindeymiş gibi hissetmeyeceğiniz bir koza yaratmaya çalışıyoruz. Kinga’nın işlerini sergilemek için bu mekanın mükemmel olacağını biliyordum.
Sergi fikri üzerinde çalışmaya başlayınca Kinga’nın yaptığı broşları da sergileyebileceğimizi düşündüm. Daha sonra moda tasarımcısı Özlem Kaya ile konuştum. Kendisi aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesi’nin Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’nde öğretim görevlisi ve 20 yıldır haute couture çalışıyor. Özlem, Kinga’nın işlerine baktı, çok ilham aldı. Daha önce kimsenin tekstili bu şekilde kullandığını görmemişti. Özlem, Kinga’nın broşlarına uygun gömlekler tasarladı.
İpek Yolu’nun disiplinler arası sanatın açılımı olduğunu söylerken tam da bundan bahsediyordum. Farklı sanatların birbiriyle konuşması. Kinga’nın eserlerini Özlem’in eseriyle buluşturmak harika oldu.
İpekten Harikalar sergisi Root Karaköy’de
– İstanbul’da olmak nasıldı?
Kinga: İstanbul benim için bir rüyaydı. 17 yıl önce turist olarak İstanbul’a gelmiştim. Bu defa havaalanında beni karşılayan insanlar vardı. Pınar’ın ailesiyle ve arkadaşlarıyla tanıştım. Şehrin bir başka yüzünü keşfettim. Tarihi şehri, doğu kültürünü ve İstanbul’un güncel sanat sahnesini görme imkanım oldu. Kapalıçarşı’da ipek aradık ve çok iyi mağazalar bulmayı başardık.
– Ayrıca sergiden önce katılımcılara ginkgo yaprağının nasıl yapılacağını öğrettiğiniz bir atölyeniz vardı. Atölye nasıldı?
Pınar: Kinga’yı Budapeşte’de ziyaret ettiğim harika bir tatlı yapmıştı. Daha önce hiç bu kadar basit ama bu kadar lezzetli bir şey yememiştim. Hemen fotoğraflarını İstanbul’daki yakın arkadaşım Burçak Kazdal‘a gönderdim. Kendisi Yeniköy’de bir restoran olan Apartıman‘ın şefi. Daha sonra sergi fikri bir araya gelince disiplinlerarasılığın sadece sanatta olması gerekmediğini düşündüm. Yemeği de sanat olarak görüyorum.
Burçak’ı aradım ve Kinga’nın bir hafta boyunca İstanbul’da söyledim. Apartıman’da katılımcıların Kinga ile gingko biloba yaprağı heykelleri atölyesini yapıp Burçak’ın Kinga’nın tarifiyle hazırladığı Makus Guba tatlısını tadabileceği bir etkinlik organize ettik. Atölyenin Contemporary İstanbul ile aynı haftaya denk gelmesi de güzel oldu.
|
|
Kinga: Burçak’la tanışmak muhteşemdi. İlk andan itibaren birbirimize daha yakın yaşasaydık çok sıkı dost olabileceğimizi düşündüm. Atölyeye 10 kadın katıldı. Birlikte yemek yemenin ve tekstille çalışmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Yüzyıllar önce de yaptığımız çok eski bir şey.
Sade bir kumaş getirdim, ipek değil, pamuk. Evdeki stüdyomda hazırladım. Herkes bu sıkıştırılmış pamuktan bir parça aldı ve ben de bu kumaştan ginkgo yaprağının nasıl şekillendirileceğini gösterdim. Bu yaprakların farklı kadınların elleriyle nasıl farklılaştığı çok ilginçti.
– Bugünlerde başka neler oluyor ve ilerleyen günlerde neler olacak?
Bu yıl oldukça yoğun. Budapeşte’de de kişisel sergim vardı ve sergi memleketim olan Gyöngyös’e gitti. Macaristan’daki Uluslararası Tekstil Sanatları Sergisi’nde işlerim yer alıyor. Bir heykelim İtalya’da sergilenecek. Budapeşte’de büyük ölçekli heykel elbiseleri sergileyeceğiz. Artık kostüm yapmıyorum ama bu elbiseyle heykelin birleşimi gibi bir şey. 10-15 sanatçı bir arada çalışıyor. Hepimizin iki heykeli olacak. Bir heykelim Ağustos ayında Venedik’e gidecek. Daha sonra Portekiz’de Grimades Bienali’ne heykel göndereceğim. Bugünlerde de Kasım ayında Budapeşte’de açılışını yapacak kişisel sergim üzerine çalışıyorum.